KİTABÜ’L-MECMÛ’ Fİ’L-MEŞHÛDİ VE’L-MESM

Medeniyet ve Kültürümüzün  temel taşlarından bir eser:

KİTÂBÜ’L-MECMÛ’ Fİ’L-MEŞHÛDİ VE’L-MESMÛ’

( Görüp işittiklerinin kitabı )

Türk kültür ve medeniyetinin tam anlamıyla ortaya çıkarılması için bugüne kadar bilinmeyen pek çok müellif ve eserin gün ışığına çıkarılması, tanıtılması ve yeni nesillere aktarılması gereklidir.

Günümüzde hâlâ çok sayıda değerli eser, kütüphanelerin rafları arasında tozlanmaya terk edilmiştir. Resmî ve şahsî kütüphanelerde bulunan bu eserleri ve onların müelliflerini tanıtmak ayrıca millî bir vazifedir. Özellikle Türk kütüphanelerinde mevcut eserler insanlığın istifadesine sunulmak için ilim adamlarımızın gayretlerine muhtaçtır.

Çünkü kültür ve medeniyet, tarihîlik ve süreklilik prensibine bağlıdır. İlim âleminde de böyledir. Eskiyi, geçmişi bilmeden hiçbir yenilik getirilemez. Geçmiş kültür, sanat ve edebiyat değerlerimizi -eser ve şahsiyet olarak- yok farz etmekle modern ve milli olamayız. Bu itibarla Türk edebiyatının en modern şahsiyeti olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu sözünde çok şümullü bir hakikat vardır: “Yenilik getiren her sanatkârda daimâ mâziye bakan bir taraf vardır. Mâziyi inkâr ettiğimiz an sanat kendiliğinden durur.”

Arapçadan tercüme ederek neşrettiğimiz bu eser, Türk milletinin bağrından çıkmış yüzlerce âlim, şâir, edîp ve meşâyih ile onların hayat hikâyelerini ihtiva etmektedir. İmparatorluk Türkiye’sinde yetişen ve yüzyıllarca cihanşümul bir imparatorluğun ayakta kalmasını sağlayanlar edebiyat, ilim ve adaletin temsilcileri olan kadı, müderris, mutasavvıf, şair ve ediplerimizdir. Onların eserlerini ve hayat hikâyelerini bilmek ve bu bilgileri yeni nesillere aktarmak Türk milleti için yapılabilecek en önemli görevlerden birisidir. Zira bu ve benzeri eserler dil, tarih, edebiyat, sanat, ahlâk, kültür ve medeniyetimize temel teşkil etmektedir. Kitabımızın müellifi Amasyalı Âkif-zâde Abdurrahim Efendi, bu hizmeti gerçekleştiren Türk büyüklerinden birisidir.

O, eserini Arapça olarak kaleme almıştır. Bunun nedeni ise, eserinin kalıcı olması ve Türk hudutları dışında okunması içindir. Ayrıca eser müellifimizin Arapça ve Farsça’ya nüfuzunu da göstermektedir.

Âkif-zâde bu kitapta, hayatında karşılaştığı, ders aldığı zamanının değerli alim ve meşâyihini ve bunlara dair duyduklarını kaleme almıştır. Ayrıca bizzat tanımadığı birçok ilim, irfan sahibi kimselerden de başkalarından naklen bahsetmiştir. Müellif kitaplarda, kendilerinden bizzat söz edilmeyen “zaviyelerine gizlenmiş ve köşelerinde unutulmuş” olanların sayılarının diğerlerinden daha fazla olduğunu ifade etmektedir. Bu konuda eserinin baş kısmında söyledikleri şudur:

“…Bu kitap, sohbeti ile şereflendiğim veya menkıbelerini dinlediğim âlim ve şeyhlerin hayatlarından söz ettiğim bir derlemedir. Önceliğini kendisinden ders aldığım hocalara vermem, onlara olan minnet, hürmet ve vefa borcunu ödemek içindir.”

Daha sonra sırasıyla kendileriyle karşılaştığım, buluşup derslerini dinlediğim bazı ünlü bilginlere tanışma sırasına göre yer verdim.

Bu yüzden kitabı bölüm ve bablara ayırmadım. Tarih sırasına göre düzenlemeye, hatta tarihlerini gözönünde bulundurmaya bile gerek duymadım. Çoğunlukla yaklaşık tarihleri   vermekle yetindim.

Çünkü gayem, bu ünlü bilgin ve şeyhlerin hizmetlerini ortaya koymak ve onlara olan vefa borcunu ödeyerek bir nebze de olsa hizmet etmektir. Üstelik bu tarihleri bulmak benim gibi maddi imkânları kısıtlı biri için oldukça güç bir iştir.

Kitabımda ayrı ayrı dönemlerde ve yakın yüzyılda yaşamış olan neslin hepsine yer vermeyi de düşünmedim. Çünkü yıldız gibi karanlığı aydınlatan ve yağmur gibi bereketli olan bu şahıslar, yaşadıkları ülke ve beldeleri aydınlatmış ve bereketlendirmiştir…”

Te’lif bir biyografi olan bu eserin Millet Kütüphanesi Ali Emirî Arabi (2527 de kayıtlı) nüshasından başka diğer ikinci bir nüshası ise İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi (A. 5597) de mevcuttur. Bu nüshaların karşılaştırılmasını yaptım. Her iki nüsha arasında muhteva açısından bir farklılık göremedim. Ancak üniversite kütüphanesindeki nüshanın üzerinde müellif hattı olduğu (Varak 96) kaydı mevcuttur. Bir Türk tarafından Arapça olarak yazılan böyle bir eserin Türkçeye çevrilmesi de ayrıca bir özen gerektirmekteydi. Bu konudaki karar okuyucuya aittir.

Millî, dînî, edebî ve tarihî hayatımızın temelini oluşturan eserleri insanlığın istifâdesine sunan müelliflerimizdir. Onlar ananevi ve şifahî mahsullerini günümüze ve geleceğimize taşıyan gerçek kahramanlarımızdır. Türk milleti bu bakımdan şanslıdır. Milletimiz dünya çapında, sayısız müellif yetiştirmiş, bunlar eliyle, milyonlarca eser ortaya koymuştur. Onların bıraktığı bu eşsiz kültür yadigârlarını gelecek nesillere tanıtmak milli bir görevdir. Bu inançla değerli ecdadımız kadirşinaslık örneği olarak, hicri II. asırdan itibaren kendi dönemlerinde yetişen müelliflerin hayatlarını, edebî ve ilmî şahsiyetlerini tarif ve tavsif eden mükemmel hâl tercümesi kitapları kaleme almışlardır.

İslâm dünyasında ilmî terminoloji olarak “Terâcimü’l-Ahvâl”, “Tabakât”, “Vefâyât” gibi adlarla anılan bu kitapların yanında, bir de; te’lif edilmiş eserleri derleyen “Kitâbiyât”, “Fihrist” ve “Kâmûs-ı Kütüb” gibi adlarla anılan eserler meydana getirilmiştir. İnsanlığa yön vermiş ve vermekte olan sayısız ilim ve mânâ kahramanlarının hâl    tercümelerinin    yeni     nesillerce bilinmesi, milletlerin kültür ufkunun zenginleştirilmesini sağlamıştır. Görülüyor ki; müellif, mütercim, şârih, müfessir, muhaddis, müverrih, şâir, edîp, ve âlim gibi unvanları taşıyan müellifler kültüre girişte, medeniyete gidişte hep temel taşı olma özelliğini muhafaza etmişlerdir.

Tercümesi tarafımdan yapılan bu eser, Amasyalı âlim Âkif-zâde Abdurrahim Efendi tarafından “Kitâbü’l-Mecmu‘ fî’l-Meşhûdi ve’l-Mesmû‘ ” adıyla Arapça olarak yazılmıştır. Âkif-zâde Abdurrahim Efendi gördüğü ve duyduğu âlimlerin hâl tercümelerini bu kitapta toplamış ve sahasında çok büyük bir hizmet vermiştir.

Eser, kanaatimizce, Osmanlı âlim, şâir, edîp, meşâyih ve devlet ricalinin müstakil olarak biyografilerini ilk defa derleyen Taşköprî-zâde Ahmet İsâmeddin Efendinin (901/968-1495/1561) “eş-Şakâiku’n-Nu’mâniye fî ulemâi’d-Devleti’l Osmâniyye” adlı eserinin bir nevi mütemmimi mahiyetindedir. Şakâik gibi bu eserin de Türk-İslâm dünyasında ve edebiyatı sahasında mühim bir yeri vardır. Başta Osmanlı ilmiye tarihi olmak üzere, tasavvuf ve edebiyat tarihi için vazgeçilmez bir kaynaktır. Eser, bu yönüyle bir bakıma Şakâik’in zeyline benzemektedir.

Kitâbu’l-Mecmu’ fı’1-Meşhûdi ve’l-Mesmu’ isimli eser yukarıda zikr ve izah ettiğimiz “Şakâıki’n-Nu’mâniyye fi Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye” adlı eserin kendisine ve zeyillerine benzemektedir.

Müellifimiz Âkif-zâde Abdurrahim Efendi (1231/1815) nisbetinden de anlaşılacağı üzere aslen Amasyalıdır. Eserine, eğitiminde ve yetiştirilmesinde kendilerine borçlu olduğu hocalarını zikretmekle başlar ve kitabın son kısmında ise, kendi biyografisini şöyle verir.

“…Ben âciz, günahkâr; bu faziletli âlimlerle beraber olmayı seven, onların sohbetlerine devam eden ve hizmetlerinde bulunan, böylece onları razı etmeye çalışan, bu uğurda çaba sarfeden bir fakirim.

Onlara karşı görevimi yapmak için de bu kitabı hazırladım.

Ben Abdurrahim b. İsmail b. Mustafa Akif el-Âmasî b. Muhammed Bayram el-Merzifonî, Amasyalı Akif Efendi’nin torunuyum. (1177 /1763)’de babam İsmail Efendi’nin kendi el yazısıyla yazmış olduğu tarihe göre, Rebîû’l-Evvel ayında doğdum.

Fazlı, geniş rahmeti ve mağfiretiyle babama Allah muamele etsin. Anne tarafından   nesebim,   Âmine   b. Abdurrahim binti Fatma’dır. Nuri Efendi el-Lâdikî olarak tanınır.

Şeyh Seyyid Ahmed el-Kebîr neslindendir ki, o hâl sahibi bir zattır. Allah kabrini güzel eylesin, son durağını cennet eylesin.

Amasya’daki Zeynel-Âbidin silsilesinden şerîf sülâlesindendir. Bildiğimiz gibi Zeyne’l-Âbidin, Kerbela’da Allah yolunda şehid olan Hz. Hüseyin’in oğludur. Hz. Hüseyin, Peygamberimizin çok sevdiği torunu ve gözbebeği ve Hz. Fatıma’nın biricik oğlu ve meyvesidir. Allah onlardan razı olsun, onların zümresine ilhak eylesin.

Kitabın başında ders okuduğum hocalarımı zikrettim. Allah onları en güzel mükâfatıyla mükâfatlandırsın. Hesap gününde kolaylık versin.

(1200/l785) yıllarında Muharrem ayında İstanbul’da müderrislik yaptım. Ayrıca Amasya’da birkaç defa müftülük yaptım. Bu kitabı da fetva nöbetlerimde yazdım. Kendi nefsime ve kardeşlerime nasihat için. “Mir’âtü’n-Nâzirin”, “Ünvânü’l-Meşâyih”, “Mühimmâtü’s-Sûfiyye”, “Müş’iletü’l-Yakîn”, “Takrîbü’l Mübdî” ve “Sebîlü’s-Sâlikin” adlı risaleleri yazdım.

Bu eserlerden sonra bazı risaleler yazmaya başladım, fakat tamamlamak nasip olmadı. Allah tamamlamayı nasip eylesin. Bütün bunları Allah’ın yardımı, inâyeti ve bana olan nimeti ile yaptım. Bu Allah’ın bazı nimetlerinin ortaya çıkışı ve ona şükreden kullarının ve Allah dostlarının duasının tecellisidir. Ona önce de sonra da hamdediyorum. Gizli ve açık olarak yaptığımız her şeyi ve minneti O’na borçluyuz…”

Eserin, tetkikinde anlaşılacağı üzere, Âkif-zâde bu çalışmasında müellif, şeyh, âlim edîp ve şâirden oluşan 1113 şahıs üzerinde durmuştur. Bu şahıslar genellikle son devir ricalidir. O devrin zengin kültür ve medeniyetini bizlere yansıtmaktadır. Müellif Âkif-zâde’nin, tasavvufi ilimler hakkında da, geniş ma’lumat sahibi olduğunu görüyoruz. Kendisi bir ara Konya’da iken “Şeyhu’l-Ekber” unvanı ile bilinen Şeyh Muhyiddin Arabî (560/1165-638/1240)’nin üvey oğlu ve “Ekberiyye” usûlü üzere halifesi Şeyh Sadreddin Konevî (943/1536 – 1008/1599) ye hediye ettiği yazma “Futûhâtü’l-Mekkiyye” adlı eserini, Konya’daki İbn-i Arabî mütehassısı bazı zevattan okuduğunu söyler. Eserleri ve fikirleri üzerinde münakaşa edilen, Şeyhu’l-Ekber’in “Vahdet-i Vucûd”a dair olan “Vucûdiyye Âkidesi” hakkında geniş bilgiler vererek, bu konuda ortaya çıkan yanlış akideleri düzeltmeye çalışır. Onun eserlerinin sonradan bazı artniyetli kişiler tarafından kasıtlı olarak tahrip edildiğini, aslında onun görüşlerinin ehl-i sünnet görüşü olduğunu ispatlamaya çalışır. (Varak 8-9)

Bütün bu hususiyetleri göz önüne alarak, böylesi çok önemli bir eseri, Türk kültür dünyasına kazandırmak için oldukça yorucu bir çalışma yaptık. Muhtevâ açısından farklılık arzetmeyen bu iki nüshayı tanıttık. Bir Türk müellif tarafından, Arapça olarak kaleme alınmış bir eserin, Türkçeye çevrilmesinin zorluğunu, bu sahada çalışanlar çok iyi takdir ederler. Eserin daha müfîd olması için orjinal metinle neşretmeyi düşündük ise de, imkânsızlıklar buna mâni oldu. Şakâık’a zeyil gibi düşünebileceğimiz bu eserin sonunda, şahıs indeksi koyduk. Ayrıca, kırka yakın edip ve şâirlerin isimlerini verdik. Özellikle kitapta geçen şahıs isimlerinin sayfa numaralarını da göstererek, eser isimleri, yer isimleri ile edip ve şâir isimlerinin indekslerini vermeyi de ihmal etmedik.

Bu kitabın giriş kısmını Âkif-zâde’nin kendi ifadesinden öğreniyoruz.

“Bismillahirrahmanirrahîm

Hamd, şeriatin bilginlerini ve tarikatın velilerini öbür insanlar arasında doğruların sözcüleri ve geçmiş kuşaklar arasında iyiliğin öncüsü yapan Allah’adır.

Selâtü selâm, insanlığın Efendisi olan ve ümmetini hayırda yağmur gibi bereketli kılan Peygamberimiz (s.a.v.)’e, âline, onun yolunu birçok övünülecek hizmet ve hayırlı güzel eserlerle devam ettiren sahabîlere, tabiîlere ve taraftarları üzerine olsun.

Gayem bu ünlü bilginler ve şeyhlerin hizmetlerini ortaya koymak ve onlara olan vefa borcumu ödeyerek bir nebze de olsa hizmet etmektir. Üstelik bu tarihleri bulmak benim gibi maddî imkânları kısıtlı biri için oldukça güç bir iştir.

Kitabımda ayrı ayrı dönemde ve yakın yüzyılda yaşamış olan neslin hepsine yer vermeği de düşünmedim. Çünkü her dönem ünlü bilgin ve öncülerin sayesinde, bu yıldız gibi karanlığı aydınlatan ve yağmur gibi bereketli insanlar yaşadıkları ülke ve beldeleri aydınlatmış ve bereketlendirmişlerdir.

İnsan bütün gayretini bu amaca yoğunlaştırsa kendisine “Zaviyelere gizlenmişler ve köşelerinde unutulmuşlar vardır.” denilecektir. Hatta köşelerinde unutulmuşların, eski ve yeni kuşaklardan adı duyulmamışların sayısı duyulanlardan çoktur. Allah hepsini cennet bahçelerine yerleştirsin üzerine rahmet ve mağrifet bulutları yağdırsın, ruhlarını reyhan kokusuyla kandırsın. Hiç şüphesiz onun gücü her işe yeter.

Başarı Allah’tandır. Bu derlemeye “Kitâbu’l-Mecmû’ fı’1-Meşhûdi ve’1-Mesmû” (Görüp işittiklerinin kitabı) adını verdim.

 

 

KAYNAKLAR

 

  • Bkz: Özdemir Hikmet, Kitâbü’l-Mecmû’ Fi’l-Meşhûdi Ve’l-Mesmû’, Türkiye İlmi İçtimai Hizmetler Vakfı yaynları, İstanbul 1998.
  • Nev’i-zâde Atâyî, Hadâiku’l-Hakâık, s.357
  • Abdulkadir Özcan, Taşköpri-zâde, Şakâıku’n-Nu‘maniyye ve zeyilleri, I-IV, İstanbul 1989.
  • İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, A.Y. No:5597
  • Millet Kütüphanesi, Ali Emiri, Arabî, No:2527

 

 

Yazan | 2017-12-25T10:10:05+00:00 Mart 8th, 2010|Makaleler|Yorum yok